30 Eylül 2008 Salı

Beşpeşe


dikkat: kitabı okumayanlar için hafif dozda spoiler içerebilir!

beşpeşe, türk edebiyatında bülent erkmen'in girişimiyle belki de ilk defa beş yazarın peşpeşe birbirlerinin bıraktığı yerden öyküyü devam ettirme çabası.
öykünün yazarları sırasıyla murathan mungan, faruk ulay, elif şafak, celil oker ve pınar kür...

öyküyü kurgulayan, zehra'yı ve ilişkiler ağını yaratan murathan mungan... her zamanki duru ve sahici uslubuyla hem öyküye hayat vermiş, hem de kendinden sonrakine leziz bir zemin hazırlamış -ki sanırım bülent erkmen amcanın da murathan mungan ve pınar kür gibi iki ismi başa ve sona yerleştirmesinin bir numaralı sebebi bu-.

sonra sahneye faruk ulay çıkıyor. öyle komik bir amca ki bu ulay, artık ilginç olmak için mi,
yoksa o mutheşem gustosunu dil bilgisi alanında da kanıtlamak için mi bilmem, işaret parmağı
demek yerine imgeleme parmağı diyen bir amca. ayrıca o sonsuz egzantrik yemek ve içki bilgisi
birikimini adete bir tuğrul şavkay edası ile okuyucunun gözüne gözüne sokuyor. eminim bundan
sonraki hayatında memleketimizin ve dahi mübarek gezegenimizin güzide gurme ve life style
dergilerinde muzaffer bir yer edinir. ama mümkünse öyküye bulaşmasın diye dualar etmekten de geri duramıyorum.

ve dadadam. o ağlak, vıcık vıcık ve ne dediği anlaşılmayan, sylvia plath ablamızın yandan yemiş
uslubuyla elif şafak hanımefendide sıra. yahu insan okur hatrına, hadi o da olmadı bari allah rızası için önüne gelen metinleri bir okur önce. ama hayır ablamız o muhteşem marjinal ve ne dediği belli olmayan uzunnn, ağdalı cümlelerini kurmaktan geri durmuyor. üstelik o derece serdengeçti ki, kendisinden önce yazanların neyi/nasıl yaptığına dahi bakmadan ve hikayenin bütünlüğünün bozulup bozulmamasını umursamadan, öyküye o meşhur "bunalımlı-aydın-kadın-yazar" uslubu olan ikinci tekille başlayıp pervasızca üçüncü tekile geçerek okura vurgun yedirmekte sakınca görmüyor. tabi bu arada öyküyü öyle yalın bırakmak olur mu canım hiç! hemen zehra'ya bir eşcinsel ve depresif havası veriyor ablamız ki arada insan "acaba murathan mungan abisine çaktırmadan bir kıyak mı geçiyor" diye düşünmekten kendini
alamıyor. yeri gelmişken elif şafak da tıpkı faruk ulay gibi kendi hikayesine baştan başlamakta sakınca görmüyor.

sıra polisiye romanlarıyla bildiğimiz celal oker'de. efendim kendisinin chapter'ına başlamak okur
için adete bir rahat soluk almak gibi. zira onca david lynchvari kaotik cümleden sonra sayfalar aydınlanıyor resmen. gerçi okur arada sharlock holmes'tan, doyle'un tasvirlerinden ve agatha christie romanlarındaki "katil herkes olabilir" savından nasibini de alıyor ama o kadar da olsun artık.

neticede tartışmasız bir isim alıyor eline sazı, pınar kür. ve milletin hallaç pamuğuna çevirdiği,
saçmalayıp dağıttığı öyküyü biraz da ders verir bir eda ile hakkınca toparlayıp, paketleyip,
"çocukların kusuruna bakmayın işte toyluk" dercesine okurun önüne koyarak rahatlatıyor.

gelelim bülent erkmen'in kitap ve kapak tasarımına. kabul etmek gerekir ki, son derece başka ve oldukça ilgi çekici hatta güzel bir tasarım. lakin o ince sayfalar ve naylon kapak (kısaca ucuz maliyet) için etikete koyulan meblağ oldukça fahiş.

neticede ne olursa olsun, birbirinden bunca farklı 5 ayrı yazarın birbirlerinin metinlerine müdahale etmeden bir öyküyü kotarmaları oldukça zor bir iş olsa gerek. öyle ya da böyle kitap fahiş etiketine rağmen türk edebiyatının ilkleri arasında başarılı bir çalışma ve her okurun kütüphanesinde yer hakediyor.

Hiç yorum yok: